İslam'da Kadın Hak ve Hürriyetlerinin Tahlili
Prof. Dr. Haydar Baş İslam'da Kadın Hakları
YAŞAMA HAKKI
İslam'da can emniyeti sıkı tedbirlerle koruma altına alınmıştır. Kadın veya erkek her kim olursa olsun kesinlikle öldürülemez.
Usame b. Zeyd şu olayı nakleder: "Peygamber Hurka Kabilesi ile savaşmak için bizi gönderdi. Bir sabah onlara baskın yaptık. Aralarında biri vardı ki bize göz açtırmıyordu. Ben ve Ensar'dan bir arkadaş ona yetiştik. O anda adam Kelime-i Şehadet getirdiği için Ensar'dan olan zat geriye çekildi. Ben ise dinlemedim ve onu öldürdüm. Peygamber (s.a.v) durumu öğrendi ve 'Usame, adam Lailaheillallah dedi ve sen onu öldürdün öyle mi?' dedi. Ben, 'Ya Resulallah! Ölüm korkusundan söyledi' dedim. Peygamber bu defa, 'Sen onun kalbini mi yardın ki ölüm korkusundan söylediğini öğrendin? Kıyamet günü seni bu vebalden kim kurtaracak?' buyurdu. Ve bunu o kadar çok tekrar etti ki, 'Keşke ben yeni Müslüman olmuş biri olsaydım' dedim".
Can emniyetinin ve yaşama hakkının üzerinde bu derece hassasiyetle duran İslam, kadınların kendilerini savunma konusunda erkeklere nazaran daha güçsüz oldukları düşünüldüğünde onların can emniyetini çok sıkı tedbirlerle korumuştu. Esasen bir savaş durumunda veya başka herhangi bir tehlikeli durumda kocası, oğlu veya herhangi bir yakını bizzat kadını korumakla mükelleftir. Bu, erkeğin sorumluluğu ve en önemli vazifelerinden biridir. Allah'ın Resulü bir orduyu sefere gönderirken, yaşlılara, sakatlara, çocuklara ve savaşa bizzat iştirak etmedikleri müddetçe kadınlara dokunmamalarını emir buyururdu. Zira her kim olursa olsun İslam'da can mukaddestir. Ve buna dokunulamaz.
MÜLK EDİNME HAKKI
İslam'da kadın, dilediği şekilde mülk edinip, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Hz. Hatice, Mekke'nin en zengin hanımlarından biriydi. Cahiliye devrinde bile Tahire (temiz kadın) ve Tacire (kadın tüccar) lakaplarıyla anılırdı. İslam'ın zuhurundan sonra da İslam'ı canıyla olduğu kadar malıyla da desteklemiştir.
YÖNETİME KATILMA HAKKI
Kadınlar Hudeybiye Barışı'ndan önceki Rıdvan Beyatı'na katılmışlar ve Mekke'nin fethinden sonra da Allah'ın Resulü'ne tek tek beyat etmişlerdir. Ki bu beyat bir Peygambere olduğu kadar, aynı zamanda bir devlet başkanına da yapılıyordu. Hz. Ayşe bu durumu şöyle anlatır: "Mümin kadınlardan âyetteki şartları kabul edene, Hz. Peygamber 'Seninle beyat yaptım' diyordu".
ÇALIŞMA HAKKI
İslam'da kadınların hür tercihlerini kullanarak çalışma hayatına atılabileceklerini izah etmiştik. Nitekim, Mekkeli Müslümanlardan olan ve Resulullah'a beyat eden, ilk muhacirlerden Şifa Hatun'a Hz. Ömer, çarşı ve pazarları kontrol vazifesi vermiştir.
ZULÜM KARŞISINDA İLTİCA HAKKI
Müslümanlar İslam'ın ilk yıllarında en ağır meşakkat ve zulümlerle karşılaşmışlardı. Bunun üzerine iki kafile halinde ilk hicreti gerçekleştirip, Habeşistan'a gitmeye başladılar. Kafilede 10 erkek ve 5 kadın sahabe vardı. Hz. Osman'ın eşi ve Resulullah'ın kızı Hz. Rukiyye, Ebu Huzeyfe'nin hanımı Sehle, Hz. Ümmü Seleme, Amir b. Rebia'nın hanımı Leyla bu muhacir kadınlardan bir kaçıydı.
Daha sonra yapılan Medine'ye hicret yolculuğunda da pek çok kadın bulunduğunu görmekteyiz.
BAĞIMSIZ MAHKEMELERDE HAK VE KUKUKU SAVUNMA HAKKI
Kadınlar çok çeşitli meselelerini ve problemlerini bizzat Allah'ın Resulü'ne iletiyorlar ve hatta O'nun huzurunda eşlerinden bile şikayetçi olabiliyorlardı. Bu durum Dört Halife Devri'nde de aynen devam etmişti.
Halifeliği zamanında Hz. Ömer minbere çıkmış ve "Ey Nas! Bana kulak veriniz, bundan böyle herhangi biriniz kadınların mehrinde aşırı gitmesin. Eğer ben, Peygamber Efendimiz'in verdiği veya O'na verilen miktardan fazla verdiğinizi duyarsam, fazla olanı Beytülmale devredeceğim" demişti. Kureyş'ten bir kadın: "Ya Emirül-Müminin Allah'ın kitabı ile senin sözünden hangisine uyulmalıdır?" diye sordu. Hz. Ömer, "Tabii ki Allah'ın kitabına uyulmalıdır. Fakat neden böyle bir şey söyledin?" deyince kadın, "Sen demin kadınların mehrinde aşırı gidilmemesini söyledin. Oysa, Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de, "Eğer kadınlardan herhangi birine bir yük altın bile vermiş olsanız ondan bir şey geri almayın" buyurmuştur. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Bütün insanlar Ömer'den iyi bilir" diyerek sözüne devam etti ve "Ey Nas! Ben size kadınların mehrinde aşırı gitmemenizi söylemiş isem de bu sözümden caymış bulunuyorum. Bundan sonra kim ne kadar vermek isterse versin" dedi.
EĞİTİM HAKKI
İslam'da ilim öğrenmek ve öğretmek konusuna büyük önem verilmiştir. Eğitim görmek meselesi, denilebilir ki, bir haktan çok bir vazife, bir sorumluluk durumundadır. Allah Resulü sahabesini hep ilme teşvik etmiştir. Nitekim pek çok sahabi, ilim aşkını yitirmemişler, hep öğrenip yaşamanın azmini ortaya koymuşlardır.
Kabisa b. El Muharik şöyle anlatıyor: "Peygamber Efendimize gittim. Bana, 'niye geldin?' diye sordu. Ya Resulallah! Yaşım bir hayli ilerleyip kemiklerim artık incelmiştir. Sana Cenab-ı Hakk'ın yararlı kıldığı bir takım şeyleri bana öğretmen için geldim' dedim. Peygamber (s.a.v), 'Sen hangi taşın, hangi ağacın ve hangi toprak parçasının yanından geçmiş isen, sana Allah'tan mağfiret dilemiştir' buyurdu". Gerek Asr-ı Saadet'te ve gerekse daha sonraki dört halife devrinde, ilim öğrenme ve öğretme konusunda kadınların çok aktif bir rol üstlendiklerini görüyoruz.
Asr-ı Saadet kadınları içerisinde Hz. Ayşe'nin ilmî sahada çok ayrı bir yeri vardır. Zira, Hz. Ayşe validemiz son derece zeki, bilgili ve dirâyetli bir kadındı.
Peygamberimizin yaşam tarzını çok iyi bildiği için, fıkıh ilminde pek çok âlimin hatalarını düzeltirdi. Pek çok hadisin de mükemmel bir tarzda izahlarını yapmıştır. Ona 'ilk kadın müçtehit' desek yanlış olmaz.
Ebu Musa El Eş'ari diyor ki: "Biz Resulullah'ın ashabı olarak bir hadisi anlamakta güçlük çektiğimizde onun anlamını Hz. Ayşe'ye sorar ve ondan muhakkak bir cevap alırdık".
Urve Hazretleri de Hz. Ayşe için, "Fıkıh, tıp ve şiir ilminde Hz. Ayşe'den ileri bir kadın görmedim" demektedir.
Hişam b. Urve'den nakledildiğine göre; "Bir gün Hz. Ayşe'nin huzuruna çıktım ve ona şöyle dedim: 'Ey anacağım, fıkıh ilmini Peygamber hanımı olduğun için, nesep ilmini ve tarih olaylarını da Ebu Bekir gibi asil birinin kızı olduğun için biliyorsun. Bunlara şaşmıyorum. Ama tıp ilmini nereden biliyorsun, doğrusu bunu merak ediyorum'. Şöyle cevap verdi: 'Resulullah'ın son günleri hep hasta geçiyordu. Bense onu rahatlatmaya çalışıyor ve tedavi yolları arıyordum. İşte tedavi ilmini böyle öğrendim".
Hz. Ayşe Arapça'yı çok güzel konuşan, etkileyici üsluba sahip, abide bir kadındı. Ahnef b. Kays şöyle diyor: "Ebu Bekir'in, Ömer'in, Osman'ın, Ali'nin hutbelerini dinledim. Fakat Hz. Ayşe'nin sözlerinden daha etkileyici sözler söyleyen bir Allah kulu görmüş değilim".
Hz. Ayşe, Allah'ın Resulü'nden 2210 hadis rivâyet etmiştir. En fazla hadis rivâyet eden sahabelerin ikincisidir.
Peygamberimizin amcası Hz. Abbas'ın hanımı olan Ümmü-l Fadl da devrinin ilim sahibi kadınlarındandı. Hz. Abbas'ın Müslüman oluşunda, zeki ve bilgili bir kadın olan Ümmü-l Fadl'ın büyük etkisi olmuştur.
Resul-i Ekrem kadınların okuma yazma öğrenmelerini ister ve buna teşvik buyururlardı. Okuma yazma bilen zeki ve tecrübeli bir kadın olan Şifa Hatun'dan, kendi eşi Hafsa'ya yazı yazmayı öğretmesini istemiştir.
Medineli kadınlar Resulullah'ın huzuruna varmış ve "erkekler her zaman yanınıza gelip ilim öğreniyor, bilmediklerine vâkıf oluyorlar. Biz ise onlardan fırsat bulamıyoruz. Bize özel bir gün ayırın da gelip sizi dinleyelim ve bilmediklerimizi öğrenelim" demişlerdi. Resulullah da onlara bir gün tahsis etmişti. O gün kadınlara vaaz eder, emir verirdi. Hz. Ayşe şöyle der: "Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Sıkılganlıkları dinlerini öğrenmelerine mani olmamıştır".
Tabiin kadınları da ilmî konularda gâyet bilgiliydiler.
Süfyan-i Sevri'nin annesi oğluna her zaman şöyle nasihat ederdi: "Ey oğlum, sen ilmi elde et. Ben yün eğirerek, iplik satarak geçimimi sağlarım. Sakın ilim yolundan ayrılma. Ey oğlum! On cümle yazdığında bir bak kendine. Yürüyüşünde, oturuşunda, kalkışında bir değişme var mı? Eğer ilim seni olumlu yönde değiştirmemişse, sana ne faydası, ne de zararı dokunmayan abes bir şey yapmaktasın".
Basra'da Tabii'nden Afsa ibn-i Şirin isminde bir kadın vardı ki ibadete düşkünlüğünün, zühd ve takvasının yanında, fıkıh ve hadis bilgisiyle de şöhret bulmuştu. Rivâyetlere göre 12 yaşında Kur'an-ı Kerim'i hıfzetmişti. Kardeşi, o devrin büyük alimlerinden olan İbn-i Şirin, çözemediği çoğu meseleyi ona havale ederdi. Bilhassa Kur'an kıraatı hususunda bir meseleyle karşılaştığında şöyle derdi: "Gidin Hafsa'ya sorun. Bakın bakalım nasıl oluyor?" Zira Hafsa Hatun'un Kur'an kıraatı pek çoğundan yüksek bir düzeyde idi. Aynı zamanda zekası ve nükteleriyle de meşhur olmuş bir hanımdı. Çağdaşları bu büyük kadını birçok ünlü âlimden üstün tutmaktadır. Hişam b. Hassan, "Ben Hasan El Basri'yi, İbn-i Şirin'i görmüş biriyim. Ama Hafsa Hatun'dan daha akıllı birini tanımıyorum" der.
Rabiatü'l Adeviyye Hazretleri de, tasavvuf ilminde çığır açmış büyük mutasavvıf kadınlardan biri idi. Hicri II. asırda tasavvuf onunla birlikte yeni bir yoruma kavuştu, Basra'dan Bağdat'a yayıldı.
Rabiatül Adeviyye, tasavvufta Hasan-ı Basri'nin başını çektiği Havfullah (Allah korkusu) kavramının yanında Muhabbetullah (Allah aşkı) ekolünü getirmiştir. Daha sonraki asırlarda İmam-ı Gazali kendisinden etkilenerek tasavvuf sistemini kurmuştur.
Rabia, Basra'nın biraz dışında bir evde otururdu. Kendisine gelen insanları eğitir, onlara öğüt verirdi. Süfyan-ı Sevri, Hasan El Basri, Malik b. Dinar gibi zamanın en zeki ve en âlim zatları kendisinden öğüt dinlerdi.
Bu örnekler pek çoktur. Biz bu esere yalnız belli başlılarını almakla yetindik. İslamî ilimlerin öğrenilmesi, gelişmesi, yayılması ve sistemleşmesi yolunda kadınların önemli bir rolü olmuştur. İslam tarihinin ilk beş asır içinde yalnız hadis rivâyeti ve öğretimiyle meşgul olan kadınların sayısı üçyüzellinin üstündedir.
SEYAHAT ETME HÜRRİYETİ
İslam'da, bir kadının en önemli vasfı namusu ve hayasıdır. Nasıl bir kadının namus ve şerefine bir zarar gelmeden çalışmasında bir mahzur yoksa, seyahat etmesinde de can ve namus emniyeti her türlü tecavüzlerden korunduğu takdirde bir mahzur yoktur. Bu bakımdan yanında oğlu, kocası veya kardeşi gibi herhangi bir mahremi olmadan seyahat etmesi uygun görülmemiştir. Bu tamamen kadının can, mal ve namus emniyetini korumaya yönelik bir tedbirdir. İslam'ın 5 temel şartından biri olan hac ibadetini yerine getireceği zaman bile kadının yanında bir mahreminin olması şarttır. Buradan İslam'ın kadının can, mal ve namus emniyetine ne derece önem verdiğini anlamamız mümkündür.
EVLENME VE YUVA KURMA HAKKI
İslam'da evlenecek olan tarafların birbirlerini görmeleri, meşru şartlarda konuşmaları onların hakkıdır. Kadın da evlenirken bağımsız tercihini kullanır ve kimse kadını istemediği bir istikamete zorlayamaz. Bu bakımdan nikah akdi yerine getirilirken kadın "aldım, kabul ettim" gibi hüküm beyan eden cümlelerle kararını bildirir. Bunun aksi durumlarda nikah bâtıl olur. Bir başka ifadeyle, evlenecek olanların rızasının bulunmadığı bir nikah geçerli olamaz.
Hz. Ayşe zorla evlendirilen bir kızla ilgili olarak Allah Resulü'nün uygulamasını şöyle anlatır: "Ensar'dan Hıdam'ın kızı Hansa, Hz. Ayşe'ye gelerek babam aile şerefini arttırmak için beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Ben ise bu evliliği istemiyorum" dedi. Hz. Ayşe de ona, "Resulullah gelinceye kadar bekle" dedi. Resulullah gelince, Hz. Ayşe ona durumu anlattı. O da kızın babasını çağırdı ve kadına seçme hakkı verdi. Bunun üzerine kadın şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! Babamın akdettiği nikahı kabul ettim. Fakat bu davranışımla kadınlara babalarının evlilikte böyle bir yetkisinin olmadığını bildirmek istemiştim".
1917 tarihli Osmanlı Aile Hukuku Kararnamesi'nde de Şafii mezhebinin görüşü esas alınarak zorlanan kişinin nikahı resmen geçersiz sayılmıştır.
NAFAKA HAKKI
Kocası, kadını evlilikleri süresince geçindirmeye mecburdur. Boşanma halinde ise kadına nafaka vermekle mükelleftir. Kadının şahsî mülkünün veya herhangi bir gelirinin bulunması durumu değiştirmez.
"Boşanan kadınları, gücünüz yettiği kadar ikamet ettiğiniz yerlerde oturtun. Evleri başlarına dar etmek ve onları çıkmaya mecbur etmek için kendilerine zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler çocuklarını doğuruncaya kadar nafakalarını da verin. Eğer onlardan doğacak çocuklarınızı sizin lehinize olarak emzirirlerse onlara ücretlerini veriniz. Aranızda bu hususta güzelce müşavere ediniz".
Görülüyor ki, kadın, doğacak çocuğunu emzirmekle bile mükellef tutulmamış, bu onun kendi tercihine bırakılmıştır.
<>Burada dikkati çeken en önemli husus, ister evli, ister boşanmış, ister bekar olsun, kadının her halükarda geçiminin teminat altına alınmış olduğudur. Bundan da İslam'ın kadınlara ne derece geniş haklar tanıdığını anlamış oluyoruz..
|